31 Temmuz 2013 Çarşamba

Pickwick'in Çilesi - Bölüm 5

“ Öncelikle bana oğluşum demesen. Ciddiye alamıyorum seni. Özledim anne. Biliyorsun, gözlerimden belli oluyordur. Gerçi çiğköftenin etkisi de olabilir o. Onu da bir ara anlatırım. Özledim özlemesine ama şu an kafam gerçekten karışık. Nereye gideceğimi kestiremiyorum ve bu canımı sıkıyor. “

“ Pickwick sen hiçbir zaman böyle bir sorun yaşamamıştın değil mi? Benim bildiğim Pickwick bunu yaşamadan önce sorunları ortadan kaldırırdı. Ama sorunlardan biri de bu zaten. Sen hiçbir sorun yaşamadan günü geçirmeye çabalıyorsun. Sorunlar yaşayarak, çözülerek derslere dönüşür. Bunları iyi düşünmeni öneririm annen olarak. Şimdi uyu, iyi geceler. Ve oğluşum demekten vazgeçmeyeceğim. “

Sağol anne bari arkadaşlarımın yanında deme de en azından oradan kurtarayım. Hoş çok sıkıntı yaşamayız o konuda pek arkadaşım yok çünkü.

“ İyi geceler anne. Ve bir dahakine Winston geldiğinde alma içeri ben gelmeden. “

“ Yorgunsun sen sadece. Güzel uyu. “

Pickwick uykuya dalmaya çalışır yine. Şimdi düşünmeye bile halin yok Pick. Ne olacak oğlum senin bu halin. Yat uyu bari. Uyu da nasıl uyu. Saat de epey geç olmuş. Yarın erken kalkmam gerekiyor bir de değil mi? Hadi hadi uyu bari.

Uyudum uyumasına. Asıl bomba uyandığımda geldi zaten. Gözlerimi açtım saat sabahın dokuzu falan. O kadar heyecanlı mutlu yatarım hava kasvetten ölecek gibi olur, şimdi nasıl gergin uyuduysam yukarıdakiler bile bana acımış herhalde hava günlük güneşlik. Ya acıma bu ya da dün geceki duam anca ellerine ulaştı. O istediğim kuş cıvıltısı bile var. Tek eksik “Somewhere Over the Rainbow “ şarkısı. Onu da ben tamamlayım dedim açtım müzik listemi. Gün güzel başlamıştı. En azından bir noktası güzeldi ta ki telefonuma bakana kadar. Yedi’den gelen dokuz, Winstondan gelen bir mesaj var. Aklımdaki kararsızlığın somutlaşmış hali gibi telefon ekranım. Yedi 9-1 önde. Ama öteki Winston. Her neyse açtım mesajları sırayla okuyorum her şey normal gidiyor. Yedinin son attığı mesaja geldim. “ Hadi bana gel. Kahvaltı hazırladım, gelirken simit al. Ne zaman uyanırsan gördüğün gibi gel. Hatta gerekirse dişini falan fırçalama diş fırçası var bende.” Her şey güzel tamam da arkadaş evinde niye fazla fazla diş fırçan var senin. Yapma bunu Yedi. Sen de mi eve girdiğimde çoraplarımı çıkarttırıp paketinden yeni çıkardığın çorapları vereceksin bana? Biliyorum çünkü Beş ile bu sorunu çok yaşadım. Ben dışarıda gezdiğim çorapla ne yapıyor olabilirim ki evde bana yeni çorap veriyorsun insan. Kendimi pis hissediyorum o bana öyle yapınca. Sen de öyle çıkarsan ne yaparım ben?

“ Geliyorum.”

Hiç düşünmeden ve aniden attım mesajı. Daha Winston’un attığı mesajı bile okumamıştım. Aman canım ne gerek var okumaya yine “naber” demiştir o. Ama Pick durur mu meraktan ölürüm. Açtım mesajı. “ Pick, biliyorum buna ne gerek vardı diyeceksin. Ama sana söylemem gereken bir şey var.” Aha bu AIDS çıktı. Niye her hayatıma giren AIDS oluyor ya. Benden kaynaklı da değil daha geçenlerde test yaptırdım. Dur bir bakayım artı yazıyor da eksi mi gördüm acaba? Al işte bal gibi de eksi yani. Ne var Winston ne hayatım verem oldu senin şu gizemli hareketlerinden.

“ Dinliyorum. “

Hayattaki en çelişkili insan modeliyim herhalde. Az önce düşündüğüm şeylere bak olayı nereye bağlayabilecek kadar yaratıcıyken verdiğim cevaba bak. Tek kelime Pick. Nasıl olur bu kadar soğuk durabilirsin.

Telefonun zil sesini artık değiştirmeliyim bence ben. Malum bu aralar çok ötüyor sıkılmayım bari şarkıdan.


“ Yüz yüze görüşebilir miyiz? Burada anlatamam. “

28 Temmuz 2013 Pazar

Pickwick'in Çilesi - Bölüm 4

“ Pick naber?”

Buyur buradan yan. Sadece çalan şeyler de değil, naber sorusu bu aralar çok popüler olsa gerek.

“ İyiyim sen her kimsen. Buyur gel.”

“ Annen hala eskisi gibi. Oturduk konuştuk baya. Neredeydin? “

Pardon? Ben neredeydim sen annemle konuşurken. Ah doğru anneye selam vermek mi kaldı akılda. Hem Winston senin ne işin var evimde!

“ Sen ne arıyorsun burada? “

Bu sorunun altında yatan; “ Dün geceden beri senin yüzünden aklım karışık bir mutluyum bir değişiğim, sen gelmiş bana annenle konuştuk diyorsun. İnsaf mı bu yaptığın?! “ Söyleyemedim tabi. O sırada altıma giydiğim pijamayı yavaşça yorgan altından çıkarmaya çalışıyorum.

“ Seni özledim demiştim. Özledim. Görmek istedim telefonundan ulaşamadım. Neredeydin? “

“ Cevap vermediğim sürece ısrarla aynı soruyu soracaksın değil mi? “

“Evet, merak ediyorum. “

Senin merak etmeye ne hakkın var? Beni terk eden sendin yahu. Yine suç bana kalırsa gider önce kendim atlarım sonra seni atarım aşağıya haberin olsun. İki katlı evin ilk katında uyuyorum ben genelde. O yüzden kendimi atmak pek tehdit sayılmıyor bu evde gerçi.

“ Tamam. Yedi ile geziyorduk. Biraz dertlenmiş çocuk ben de eşlik edeyim dedim. Acayip yorgunum. “

“ Yedi mi? Bu çocuğun bir adı yok mu? Yedi ne demek Pick.”

“ Adı mı? Hatırlamıyorum ki tanıştığımızdan beri Yedi diyorum çocuğa. “
Bir de bu var tabi. Adını bana belki hiç söylememişti bile. Ya da ben sormamıştım. Ben anamdan böyle doğdum felsefesini biraz fazla abartmışım gibi hissettim bir an.

“ Aferin sana Pick. Beni hiç özledin mi? “

Evet çok özlemişim. İnan şu an boynuna atlayıp öpmek istiyorum seni. Ama pijamayı hala çıkaramadım.

“ Kaç yıl geçmişti? Hatırlayamadım. Bir ara özlemekten kudurdum evet. Evde depar atıyordum sayende. Hipodroma çağırdılar hatta atlarla yarışmam için. Bir süredir ise hissetmek ile ilgili tek bildiğim şey sözlük anlamı. “

“ Pekala bu da bir başlangıç. Ben gideyim artık. Kendine dikkat et. “

Kapıyı kapatıp çıktı. Ben daha pijamayı anca sıyırdım çocuk gitti. Telefonu suratıma kapattığı gibi kapıyı da kapatıp çıktı gitti. Ne yaptığını anlayamadım bir türlü. Geliyor gidiyor durmadan. Arasam mı acaba? Ya da ben niye arıyorum o zaten arayıp arayıp suratıma kapatıyor. Hem ben arayıp ne diyeceğim? “ Geçen suratıma kapatmıştın çok iyi geldi tekrar kapatır mısın? ” mı desem acaba. Sonra dönüp uyumaya karar verdim. Aklıma yine Yedi geldi, mesaj bile atmadı çocuk bana. O da ne yapıyor anlayamadım ki.

Uyumaya çalışıyordum hatta tam uyuyacaktım ki bir ses kulağıma hunharca fısıldıyor. He dedim ne şanslısın Pick. Bir sineğin eksikti senin o da oldu. Gel oğlum gel kulağımda uyu, çırp kanatlarını özgürce. Bu sözlerle sineği bile kandıramadığımı fark ettiğimde çok geç olmuştu. Annem odama gelmiş benim sinekle olan kısa muhabbetime şahit olmuştu. Kadın panik içinde bana bakıyor. O gözlerden anlıyordum.

“ Oğlum ne yapıyorsun sen? “

“ Sineği evcilleştiren adam olarak tarihe geçeceğim anne. Artık sus, otur diyince itaat eden sinekler eğiteceğim. “

“ Deli deli konuşma oğluşum. Winston geldi az önce konuştunuz mu? “

Yok anne sadece seni görmeye gelmiş çocuk onca yolu. Zaten beni pek önemsediği yok kendisinin. Arada telefonları suratıma kapatıyor falan.

“ Evet anne konuştuk. Az önce çıktı. “

“ Oh iyi iyi. O çocuğu seviyorum. Beni özlediğini söyledi. Ne konuştunuz bu kadar kısa sürmemeliydi. En azından biz seni beklerken ben bizde kalır diye düşünmüştüm. “

“ O öyledir annelerin gülü. Kalacak gibi yapar kalmaz. Konuşacak gibi olur susar. Seviyormuş gibi yapar yine gider. Yapısı öyle. Beni özlemiş bunu söylemek için gelmiş. “

Ah Pickwick! Ağzını bir kapalı tutsan keşke. Bak şimdi sandalyesini çekip seni uykundan alıkoyacak. Çekti bile hatta. Geldi dibime oturdu. Anne izin ver nefes alayım.


“ Sen ne dedin peki çocuğa. Sen de özledin mi oğluşum?”

25 Temmuz 2013 Perşembe

Pickwick'in Çilesi - Bölüm 3

Anlaşıldı biraz ego ihtiyacı vardı. Ne yapsam yalandan iltifatlar mı sıralasam yoksa kendim olup direk mi konuşsam? Kendim olmayı seçeyim en azından gerçekleri söylemiş olurum.

“Bilmem seninle eğleniyoruz Yedi. Arada da olsa konuşabiliyoruz, dinliyorsun. Nadiren de olsa ağladığımda bana acıyorsun. Bunu ne hayat yaptı bana ne başka birileri.”

“Peki her zaman bunu yapmak istediğimi söylesem sana? Her zaman seninle eğlenmek istiyorum, her zaman konuşmak, ağladığında yanında olmak istiyorum.”

“ Ne demek istiyorsun?”

“ Başkalarının olduğunu bilmek canımı sıkıyor. Başlarda böyle değildi biliyorum Pick. Ama zaman geçtikçe seninle daha fazla vakit geçirmek istemeye başladım. Beni herkesten fazla mutlu ediyorsun.”

Sevişme sırasında çok duyduğum bir sözdü bu. Tek sorun var şu anda sevişmiyorduk, hatta ciddiliğimiz birleşmiş milletler toplantısındaki kadar yoğundu.

“Teşekkür ederim. Sen de benim için öylesin.”

Nasıl yalancıyım diye düşündüm bu sözü söyledikten sonra. Ama fark ettim ki tam olarak düşündüğüm şeyi söylemiştim. O da benim için öyleydi. Ama neden ?

“ Pick, sana söyleyeceğim şeyden sonra sadece oturup düşünmeni istiyorum. Bunu fark etmem çok geç oldu belki o yüzden özür dilerim. Ama sen benim için değerlisin. Bizim aramızdaki ilişki sadece sevişmekten ibaret olmamalı. Olmasın. Her cumartesi kahvaltı edelim yine, arada çıkıp dolaşalım. Ama bunları benim sevgilim olarak yap. Ne dersin?”

Ne mi derim? Hayır bu bir çıkma teklifiyse nasıl bir çıkma teklifi arkadaşım. Böyle bir anda olur mu bu? Bir anda olmamış gerçi ona göre. Acaba bu Winston muydu? Belki benden ayrıldıktan sonra evrim geçirmiştir. Sırf beni tekrar üzmek için yapardı bunu. Kafamda o kadar çok belki var ki tümünü uç uca ekleyerek dünyayı  4 kere rahat dönerdim. Allahım AIDS’i sil o listeden bunu al başa. Ben sevgili kavramını yaşadığımda ergendim. “Aşkım” kelimesinden ibaretti o da. Ah Yedi yaktın beni Yedi.

“ Pardon anlayamadım? Canım Yedi, şu an yaşadığım şaşkınlığı anlayabiliyorsundur umarım. Ben bu tür bir ilişkiye hiçbir zaman hazır olmadım. Bunu biliyorsun. Ve şu anda senin sayende aklımın karmaşası katlanarak artıyor. Neden böyle oldu, nasıl böyle hissedebiliyorsun bilmiyorum. Ya da ben neden mutlu hissediyorum? Nasıl biri olduğumu biliyorsun. Beni en çok şaşırtan da bu oldu.”

“ Pick aslında bakarsan sana senden daha çok değer veriyorum. Bunu çoğu zaman belli etmedim. Şu anda kendini gördüğün gibi biri olmadığını biliyorum. Hadi bana yalnızca bir şeye söz ver sonra seni evine bırakayım.”

“ Ne sözü?”

“ Bu söylediklerimi düşünecek ve bana bir şekilde cevap vereceksin anlaştık mı? “

“ Söz verirsem eve gidebilecek miyim?”

“ Hem de hiç vakit kaybetmeden.”

“ Söz.”

Evime gelene kadar tek kelime edemedim. Aklımın karmaşası var, duygularımın olduğunu fark etmem vardı. Bir cumartesi kahvaltısı bana nelere mal olmuştu. Ama öyleyse neden mutluydum ki? Yani çok saçma bu istemediğim bir durum ama ben mutluyum hatta öyle ki Yedi’yi izliyorum, alıcı gözle bakıyor ve gülüyorum suratına. Bana yaptığı her neyse artık farklı cumartesiler beni bekliyor olmalıydı. Ya da onsuz cumartesi kahvaltılarım. Üç kilo bol acılı çiğköfte yemişim gibi hissediyorum. Hislerimi yansıtan tek cümle bu geldi aklıma. Midem garip bir şekilde yanıyor, ağzım yanıyor. Ama canımın istediği bir şeyi yemiş olmanın rahatlığı ve sevinci var. Mutluyum garip bir şekilde ve bunu Yedi sayesinde hatırladım. Mutluluğun var olduğunu.

Kendimi yatağa fırlattım eve girer girmez. Uyumayı düşünüyordum tabii Pickwick’in iç sesi susar mı? Sürekli olarak Yedi’yi düşünüyordum. Yaşadıklarımız, yaptıklarımız, sevişmelerimizin önüne eğlendiğimiz zamanlar geçmişti. Sanki bir arabesk rap şarkısına klip çekiyormuşum gibiydi hayatım. Numaralar yanımda ben nakarata giriyorum. Derken kapım çalar. Allah’ım benim bu günlerde çalan şeylerden çektiğim ne böyle!

23 Temmuz 2013 Salı

Pickwick'in Çilesi - Bölüm 2

Arabaya giderken ben sessizce kendi içimde hesaplara devam ediyorum. Ormanda mı sevişeceğiz, dağda falan mı acaba. Derken bizim 7 numara arabayı çalıştırdı. Gittiğimiz yer nedense şehir merkeziydi. Şimdi test sonuçlarını alacak ve kendininkiyle birlikte benim de hayatımı karartacak dedim içimden. Yavaştan tırsıyorum ama dıştan hiçbir belli etme yok. Dalga geçiyorum sürekli. Tipik ben. Kendim neyim de onunla dalga geçebiliyorum. Yapım böyle benim. Ciddi olmaya gelemiyorum, anında alaycılığa başlıyorum. O hala düşünceli tabi.

“ 7 numara bana bir şey diyecektin. Hala söyleyeceksen gidip su alayım. Bu kadar beklediğine göre ihtiyacım olacak.”

“ Korkma Pick biraz daha düşünmem gerekiyor, nasıl söyleyeceğimi.”

“ Beni öldürmeyi planlıyorsan eğer, geçen gün denedim olmuyor. Kenny’den farkım yok.”

“ Güldürme beni, burada gerçekten ciddi olmaya çalışıyorum. Gel burada bir yer biliyorum oturalım.”

Arabayı öyle bir park etti ki ben nerede olduğumuzu şaşırdım. Beni tuttu elimden hadi gidiyoruz diye çekeliyor. Gidiyoruz tamam gideriz de nereye böyle. Hem niye elimi çekiyorsun arkadaşım. Adabınla hadi gel desene. Tuttu beni bir banka oturttu.

“ Bunun için miydi bu kadar heyecan? Bir banka oturmak için mi koştuk Yedi. Sana artık Yedi diyeceğim.”

“Canım da olur.”

Canımı çıkarsan canım demem.

“Tamam canım Yedi. Neler oluyor bir anlatsan?”

“ Seninle burayı paylaşmak istedim. Sen yokken hafta içi buraya geliyorum düşünmeye. Bazen geliyordum, şimdi ise bütün bir haftamı burada geçirdim.”

Aferin. Bravo sana. Alkış tutayım mı istersen? Bütün haftanı bir bank tepesinde geçirmişsin. Bunu neden benimle paylaşıyorsun ki sanki. Bu kadar heyecana giriştirdin beni boşuna. AIDS de değilmişsin. Zaten. Daha ne olabilir?

“ Paylaştığın için sağol çok güzel bir yermiş. Ama seni bütün bir hafta düşündüren nedir?”

“ Sensin.”

“ Ne yaptım yine?”

“ Diğer numaralarla görüşüyor musun Pick? Bunu bilmek istiyorum artık.”

Dur bir düşüneyim. Evet diyecektim tam sonra fark ettim ki ne 1 numara ne 4 numara arıyor beni. Ben de 3,5,6 numaraları aramıyorum bile. Sahi neden böyle oldu? Gayet şaşırmış bir ifadeyle “ Hayır” dedim.

“Bunu bilmek içimi rahatlatıyor. O insanlarla görüşmeni istemedim hiç. Onlardan çok daha iyisin. İyisine layıksın.”

Sahiden mi ben neden bunu sen söyleyene kadar fark etmedim? Gerçekten 1 numara sarhoş olmadan sevişemiyordu, 2 ve 3 numaralar zoraki yoklukta gider tarzdandı. 4 sapık gibi her dakika arardı. 5 ve 6 ise kafasına göre takılan tiplerdi. Benim onlarla işim ne olabilirdi ki.

“ Sana bir şey söyleyim Yedi. Bunu inan ben de bilmiyorum. Onlarla ne işim var, neden onlar, nasıl bu duruma geldim. Bunları bilmiyorum. Yalnızca annemin bahsettiği umudun farkına daha dün gece vardım.”

“Peki ya ben? Benimle neden görüşüyorsun?”

21 Temmuz 2013 Pazar

Pickwick'in Çilesi - Bölüm 1

İlk duygular yok oldu. Hayat duygusuz oldu acımasız kaldı. Yalnız oldu yalnız olalım istedi. Hayat bunu bana verdi. Duygular yok oldu demişken ben Pickwick. Felsefik konuşmaya çalışıyordum. Duygular doğduğumdan beri yoklar, hayatın küstüğü çocuğum. Hayat ya vardı ya yoktu, mühim değil, ben yoktum. İnsanların yatakları soğuk mabetlerdi benim için. Dua etmek gerekti!

Hayatın acımasızlığından bahsetmiştim değil mi? Bana üvey evlat muamelesi yapmasını anlatayım o halde. Üvey evlat evet. Sanki yokluktan ibaretmişim gibi hissizleştirişi var hayatın beni. Belki yokluktan yokluğa gidiyorum. Var olmadım çünkü. Varlığım yalnızca dualarda belli. Her gece yatmadan önce dua ederdim. Var olayım bugün diye. Belki bir sonraki gün.  Zaman hiç önemli değildi. Babam aramayacaksa tabii.

Her günüm sanki kendini tekrar ediyormuşçasına geçiyor. Bir gün uyanıp başkası olmayı dilemediğim sabah yok. Mutluluk uzak diyarlarda sanırım, uğramaz oldu. Geçenlerde de eski sevgilim bana bir kutu prezervatif almış. Ah canım sağolsun beni düşünür! Varlığımdan bahsediyordum, ben doğduğumda tüm senenin en soğuk gecesiymiş. Bunu dinledim yıllarca. Anneme çektirdiğim onca sancı yetmezmiş gibi kadın bir de donmuş benim yüzümden. Pardon babam yüzünden.

Annem, annem öğretti bana umut etmeyi. Yani sanırım, kendim öğrenemeyecek kadar vurdumduymaz bir insanım. Ya da öyle gösteririm diyelim. Normalde her şeyi fazlasıyla düşünürüm. Geçenlerde aklımdan düşünceler nehir olmuş uçuyordu. Öylesine düşünmüşüm ki çalan telefonumun son çalışında açtım. Arayana bile bakmadan cevapladım;

“ He buyur ne vardı?”

“ Pickwick hatırladın mı beni ?”

“Arkadaş beni arayan 5 kişi var zaten, 1 numara,4 numara,7 numara, babam, rehberlikçi. Hangisisin ?”

“Pickwick ben numara vermeye başlamadığın zamanlardan biriyim. Winston derdin o zamanlar. Hatırladın mı?”

Başımdan aşağıya dökülen kaynar sulara mı yanayım, annemin o kaynar suların koltukta iz yapacağına dair dertlenmesine mi yanayım yoksa arayanın eski sevgilim olmasına mı bilmiyorum. Sevgilim derken gözlerim parlıyor resmen. Yıllar oldu, sanırım oldu, belki olmamıştır.

“Hatırladım, he buyur Winston.”
Hayatını mahvettiğini duydum o yüzden arıyorum bir de ben karşına geçip güleyim diye aradım demesini bekliyorum hala.

“Naber?”

Naber ne? Naber mi denir eski sevgiliye!

“İyiyim, oldukça iyiyim. Senden naber?”

“Seni özlüyorum. Seni özlemeyi hiçbir zaman sevmedim. Yalnızca bunu söylemek istedim, bunun için aradım. İyi geceler.”

Telefonu kapattı. Söyleyeceğini söyledi ve telefonu kapattı. Anne umut var demiştin, varmış. Umut gecenin bir yarısı arayıp telefonu suratına kapatırmış. Winston aradı kendini hatırlattı ve anılarım geldi aklıma. Nasıl eğlenmişiz diye düşünüyorum. Yaptığımız tek faaliyet orada burada gezmekten başka bir şey değildi. Gerçekten nasıl eğlenmişiz ben de bilmiyorum. Ama anlatırken farkına varıyorum ki onu özlemişim. Başka tenler umudun varlığını değiştiremedi belki. Belki o kadar uzun zamandır yok sayıyordum ki kendimi artık zamanı gelmişti var olmanın.

Öyle bir uyuma girişiminde bulundum. Yarım saat sonra sızmışım. Uyandım tabi dün bir heyecanla uyudum ya sabah günlük güneşlik kuş cıvıltılı falan olacak sanıyorum. Bir açarsın perdeyi, sanki buzul çağını atlatmışız da kara parçaları yeni yeni  görünüyor. Böylesine kasvetli bir hava olamaz derken telefonum yine çaldı. 7 numara. Sağolsun hiçbir cumartesi sabahını es geçmez. Bana gelsene kahvaltı ederiz demesinin altında yatan anlam; biraz sevişelim olmaz mı ? Hakkını yememek lazım ki usturuplu çocuktur. En azından diğer numaralardan biraz farklı olarak oturup konuşabiliyor, bazen birlikte dışarı çıkıyor, ağlayacaksam onu arayabiliyorum. Açtım telefonu tabii.

“Pick naber?”

“İyidir ya gökkuşağı bekliyorum. Senden naber?”

“İyiyim, gel beraber bekleyelim kahvaltı hazırlıyorum çay olana kadar gelmiş olursun sanırım?”

“Çıkıyorum birazdan.”

Konuşmasındaki nezakete bakın, bir de anlamına; “Gel birlikte bekleyelim, çay olana kadar sevişiriz. Sonra iki lokma bir şeyler yer yine sevişiriz.” Ah ben insanları nasıl iyi tanıyorum!
Gittim. Bugün fazla durağandı. Onun için diyorum. Normal bir insanın yaklaşık on sekiz katı kadar eğlence meraklısı biridir. Konuşurken bir probleminin olduğunu anladım. Ha şimdi yandık derken;

“Pickwick sana bir şey söylemeliyim.”

Allahım nolur AIDS olmasın. Gözünü seveyim. Yıllardır dua ederim sana, bunu listenin başına al.

“Dinliyorum 7 numara.”

“Gel bugün dolaşalım. Hava güzel olacakmış öğleden sonra. Ve unutmadan bugün gerçekten çok yakışıklı görünüyorsun. Saçını mı kestin?”

“Yok kesmedim aslında. Sen öyle görmüşsündür.”

Teşekkür ederim diyemedim o an. Çıkmadı ağzımdan. Zaten yeterince şaşkınlık içindeydim, kibar olmayı düşünemedim.

“Hadi al ceketini, çıkalım. Üşürsün falan.”

“Tamam bana iki dakika izin ver. Geliyorum.”

“Tamam canım.”

Canım mı? Pick iyiydi aslında. Ben alışmıştım hatta. Öyle söylemeyince triplere giriyordum kendi içimde. Beni yine ciddiye almıyor bu falan diye. Canım nereden çıktı? Ben tüm bu düşüncelerle banyoya kendimi kilitleyip ölümümün acısız olması için yalvarıyordum tabi. Hala AIDS riski de var tabi. Ondan da korkmuyor değilim.

“Piiickk hadi artık 10 dakikadır ne yapıyorsun içeride?”

Pick dedi. Tamam yalnızca AIDS için korkabilirim. Teşekkür ederim Allahım. Teşekkür ederim mi? Ben iyice sapıttım. Sağlığına Winston.

“Geliyorum.”

Gittiğimde gördüğüm manzaradan sonra ne dolaşması, yatak odasına kadar dolaşabiliriz istersen. “Ne giydin sen öyle ben vazgeçtim sevişelim nolur.” diye bağıracaktım. Bir pantolon giymiş koyu lacivert dümdüz inen bir şey. Yüzyıl arasam bana yakışan tarzını bulamam. Üzerine rastgele seçmiş gibi duran bir V yaka giymiş. Ama ne yaka. Yılların tecrübesi tabi sustum baktım.


“Tamam çıkalım.”