21 Temmuz 2013 Pazar

Pickwick'in Çilesi - Bölüm 1

İlk duygular yok oldu. Hayat duygusuz oldu acımasız kaldı. Yalnız oldu yalnız olalım istedi. Hayat bunu bana verdi. Duygular yok oldu demişken ben Pickwick. Felsefik konuşmaya çalışıyordum. Duygular doğduğumdan beri yoklar, hayatın küstüğü çocuğum. Hayat ya vardı ya yoktu, mühim değil, ben yoktum. İnsanların yatakları soğuk mabetlerdi benim için. Dua etmek gerekti!

Hayatın acımasızlığından bahsetmiştim değil mi? Bana üvey evlat muamelesi yapmasını anlatayım o halde. Üvey evlat evet. Sanki yokluktan ibaretmişim gibi hissizleştirişi var hayatın beni. Belki yokluktan yokluğa gidiyorum. Var olmadım çünkü. Varlığım yalnızca dualarda belli. Her gece yatmadan önce dua ederdim. Var olayım bugün diye. Belki bir sonraki gün.  Zaman hiç önemli değildi. Babam aramayacaksa tabii.

Her günüm sanki kendini tekrar ediyormuşçasına geçiyor. Bir gün uyanıp başkası olmayı dilemediğim sabah yok. Mutluluk uzak diyarlarda sanırım, uğramaz oldu. Geçenlerde de eski sevgilim bana bir kutu prezervatif almış. Ah canım sağolsun beni düşünür! Varlığımdan bahsediyordum, ben doğduğumda tüm senenin en soğuk gecesiymiş. Bunu dinledim yıllarca. Anneme çektirdiğim onca sancı yetmezmiş gibi kadın bir de donmuş benim yüzümden. Pardon babam yüzünden.

Annem, annem öğretti bana umut etmeyi. Yani sanırım, kendim öğrenemeyecek kadar vurdumduymaz bir insanım. Ya da öyle gösteririm diyelim. Normalde her şeyi fazlasıyla düşünürüm. Geçenlerde aklımdan düşünceler nehir olmuş uçuyordu. Öylesine düşünmüşüm ki çalan telefonumun son çalışında açtım. Arayana bile bakmadan cevapladım;

“ He buyur ne vardı?”

“ Pickwick hatırladın mı beni ?”

“Arkadaş beni arayan 5 kişi var zaten, 1 numara,4 numara,7 numara, babam, rehberlikçi. Hangisisin ?”

“Pickwick ben numara vermeye başlamadığın zamanlardan biriyim. Winston derdin o zamanlar. Hatırladın mı?”

Başımdan aşağıya dökülen kaynar sulara mı yanayım, annemin o kaynar suların koltukta iz yapacağına dair dertlenmesine mi yanayım yoksa arayanın eski sevgilim olmasına mı bilmiyorum. Sevgilim derken gözlerim parlıyor resmen. Yıllar oldu, sanırım oldu, belki olmamıştır.

“Hatırladım, he buyur Winston.”
Hayatını mahvettiğini duydum o yüzden arıyorum bir de ben karşına geçip güleyim diye aradım demesini bekliyorum hala.

“Naber?”

Naber ne? Naber mi denir eski sevgiliye!

“İyiyim, oldukça iyiyim. Senden naber?”

“Seni özlüyorum. Seni özlemeyi hiçbir zaman sevmedim. Yalnızca bunu söylemek istedim, bunun için aradım. İyi geceler.”

Telefonu kapattı. Söyleyeceğini söyledi ve telefonu kapattı. Anne umut var demiştin, varmış. Umut gecenin bir yarısı arayıp telefonu suratına kapatırmış. Winston aradı kendini hatırlattı ve anılarım geldi aklıma. Nasıl eğlenmişiz diye düşünüyorum. Yaptığımız tek faaliyet orada burada gezmekten başka bir şey değildi. Gerçekten nasıl eğlenmişiz ben de bilmiyorum. Ama anlatırken farkına varıyorum ki onu özlemişim. Başka tenler umudun varlığını değiştiremedi belki. Belki o kadar uzun zamandır yok sayıyordum ki kendimi artık zamanı gelmişti var olmanın.

Öyle bir uyuma girişiminde bulundum. Yarım saat sonra sızmışım. Uyandım tabi dün bir heyecanla uyudum ya sabah günlük güneşlik kuş cıvıltılı falan olacak sanıyorum. Bir açarsın perdeyi, sanki buzul çağını atlatmışız da kara parçaları yeni yeni  görünüyor. Böylesine kasvetli bir hava olamaz derken telefonum yine çaldı. 7 numara. Sağolsun hiçbir cumartesi sabahını es geçmez. Bana gelsene kahvaltı ederiz demesinin altında yatan anlam; biraz sevişelim olmaz mı ? Hakkını yememek lazım ki usturuplu çocuktur. En azından diğer numaralardan biraz farklı olarak oturup konuşabiliyor, bazen birlikte dışarı çıkıyor, ağlayacaksam onu arayabiliyorum. Açtım telefonu tabii.

“Pick naber?”

“İyidir ya gökkuşağı bekliyorum. Senden naber?”

“İyiyim, gel beraber bekleyelim kahvaltı hazırlıyorum çay olana kadar gelmiş olursun sanırım?”

“Çıkıyorum birazdan.”

Konuşmasındaki nezakete bakın, bir de anlamına; “Gel birlikte bekleyelim, çay olana kadar sevişiriz. Sonra iki lokma bir şeyler yer yine sevişiriz.” Ah ben insanları nasıl iyi tanıyorum!
Gittim. Bugün fazla durağandı. Onun için diyorum. Normal bir insanın yaklaşık on sekiz katı kadar eğlence meraklısı biridir. Konuşurken bir probleminin olduğunu anladım. Ha şimdi yandık derken;

“Pickwick sana bir şey söylemeliyim.”

Allahım nolur AIDS olmasın. Gözünü seveyim. Yıllardır dua ederim sana, bunu listenin başına al.

“Dinliyorum 7 numara.”

“Gel bugün dolaşalım. Hava güzel olacakmış öğleden sonra. Ve unutmadan bugün gerçekten çok yakışıklı görünüyorsun. Saçını mı kestin?”

“Yok kesmedim aslında. Sen öyle görmüşsündür.”

Teşekkür ederim diyemedim o an. Çıkmadı ağzımdan. Zaten yeterince şaşkınlık içindeydim, kibar olmayı düşünemedim.

“Hadi al ceketini, çıkalım. Üşürsün falan.”

“Tamam bana iki dakika izin ver. Geliyorum.”

“Tamam canım.”

Canım mı? Pick iyiydi aslında. Ben alışmıştım hatta. Öyle söylemeyince triplere giriyordum kendi içimde. Beni yine ciddiye almıyor bu falan diye. Canım nereden çıktı? Ben tüm bu düşüncelerle banyoya kendimi kilitleyip ölümümün acısız olması için yalvarıyordum tabi. Hala AIDS riski de var tabi. Ondan da korkmuyor değilim.

“Piiickk hadi artık 10 dakikadır ne yapıyorsun içeride?”

Pick dedi. Tamam yalnızca AIDS için korkabilirim. Teşekkür ederim Allahım. Teşekkür ederim mi? Ben iyice sapıttım. Sağlığına Winston.

“Geliyorum.”

Gittiğimde gördüğüm manzaradan sonra ne dolaşması, yatak odasına kadar dolaşabiliriz istersen. “Ne giydin sen öyle ben vazgeçtim sevişelim nolur.” diye bağıracaktım. Bir pantolon giymiş koyu lacivert dümdüz inen bir şey. Yüzyıl arasam bana yakışan tarzını bulamam. Üzerine rastgele seçmiş gibi duran bir V yaka giymiş. Ama ne yaka. Yılların tecrübesi tabi sustum baktım.


“Tamam çıkalım.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder