23 Ağustos 2013 Cuma

Pickwick'in Çilesi - Bölüm 14

“ Oğluşum Winston bize sürpriz yapmış. Gelirken de en sevdiğin çilekli mini tartlardan getirmiş.”

“Sizin yaptıklarınız kadar lezzetli değiller elbette.”

“ Aa olur mu öyle şey çocuğum.”

“ Ben diyetteyim. Yemeyeceğim.”

Anlaşıldı ben bir kahvaltıyla günü geçirmek zorundaydım. Bari göğüs dekoltesi manzarası karşısında biraz daha yeseydim ya. Allahım şu günü başa alabilir miyiz acaba? Özel istekler ve aciliyet sırasında en ön sıraya bunu alabilirsin mesela. Ben niye bunları yaşıyorum. Bak yine sinirlendim. Çocuk yüzsüz gibi kovmama rağmen gelmiş annemi de kendi tarafına çekmeye çalışıyor. Sen bana bak Winston efendi! Bende o göz var mı söyle bakayım? O kadının doğurduğu çocuk benim. Hikayesini bile anlatıyor babam suçlu hissedeyim diye. Sen gelmiş iki tart getirmeyle bu iş olur sanıyorsun. Tart olur! Bu kadar düşünüyordun madem beni doğurduğu gün iki battaniye falan getirseydin. Gerçi o da mantıksız olur. Düşünsenize yeni doğmuş bir bebek ayaklanıp başka bir anneye battaniye götürüyor. Annesi kıskanır valla. Bu arada evet. Winston ile benim doğduğumuz gün aynı. Nasıl bir karışıklık yaşandı yukarıdaki leyleklerin uçuş sırasında bilmiyorum ama…

“ Diyette falan değilsin sen oğluşum. Daha az önce aradın çok açım dedin.”

“Yok sen açsındır diye dedim alayım ekmek anne.”

“Ben sizi bırakayım da konuşun. Özlemişsinizdir birbirinizi. Benim de mutfakta işlerim var zaten.”

“Özlemedim anne. Daha az önce bu çam yarmasını bankımdan kovdum ben. Zaten gittin en klişe bahaneyi kullandın. Ocakta yemeğim var diyip kaçmak ne demek oluyor. Hesap ver anne bana bu çocuğun bu evde ne işi var?” Bakışımı atıyordum ki annemdeki bakışı gördükten sonra evrenle bütünleştim yeminle. Göster oğlum amcalara vakasından beri bu gözleri görmemiştim. Çok korkunç. Aniden döndüm;


“ Ah evet çok özlemişim seni Winston ya. Gel sarılayım. “

Herkes bir şok içerisinde. En çok da Winston. Herhalde çocuk ben nasıl bir dengesiz ruh hastasını benimle Amerika’ya götürmeye çalışıyorum diye düşünüyordur. Olsun sevdim bu duyguyu. Onu bir kez olsun boş anında yakalayabildiğim için bir an güçlü hissettim. Nolur sevdiğim parfümü sıkmış olmasın diye diye sarılmaya yöneldim. Sarıldım sarılmasına bütün gücümle kemiklerini kıraracasına sıkınca “ aaııhh!” diye bir ses çıktı çocuktan. Sen ne güçlüymüşsün Pick!

Kulağına kısık sesle;

“ Sakın belli etme. O kadını üzmemek için her şeyi yaparım. Buna az önce yanımdan kovduğum eski sevgilimi kucaklamak da dahil. O yüzden adam ol ve işim çıktı falan diyip git bu evden.”

Hayır anlamadığım şey içimde bir kabadayı falan mı yatıyor acaba? Dolmuş şöförüne kaptan diye bağırışım, Winston’a adam ol deyişim. Garip bir duygu. Ben ben değilim resmen. Bence benim içimde bir HULK yatıyor. Neyse çok beklettim yine annem suratıma bakıyor. Sesli bir şekilde;

“Ahh canım benim nasıl özlemişim sana sarılmayı. Çok şaşırdım seni burada görünce. Hele geçen geldiğinde anneme ben yokken içeri alma dememe rağmen.”

Anneme de buradan bir gönderme yaptıktan sonra son bir kez daha sıkarak bıraktım Winston’u yerine. İçim o kadar rahatlamıştı ki ona bunun acısını çektirdiğim için. O beni terk ettiğinde hissettiğim acı bundan çok daha fazlaydı. Farkına varmalıydı.

“ Canım Pick. Ben de çok özledim. Bir daha arayı bu kadar açmayalım olur mu?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder