“ Oğluşum Winston bize sürpriz yapmış. Gelirken de en
sevdiğin çilekli mini tartlardan getirmiş.”
“Sizin yaptıklarınız kadar lezzetli değiller elbette.”
“ Aa olur mu öyle şey çocuğum.”
“ Ben diyetteyim. Yemeyeceğim.”
Anlaşıldı ben bir kahvaltıyla günü geçirmek zorundaydım.
Bari göğüs dekoltesi manzarası karşısında biraz daha yeseydim ya. Allahım şu
günü başa alabilir miyiz acaba? Özel istekler ve aciliyet sırasında en ön
sıraya bunu alabilirsin mesela. Ben niye bunları yaşıyorum. Bak yine
sinirlendim. Çocuk yüzsüz gibi kovmama rağmen gelmiş annemi de kendi tarafına
çekmeye çalışıyor. Sen bana bak Winston efendi! Bende o göz var mı söyle
bakayım? O kadının doğurduğu çocuk benim. Hikayesini bile anlatıyor babam suçlu
hissedeyim diye. Sen gelmiş iki tart getirmeyle bu iş olur sanıyorsun. Tart
olur! Bu kadar düşünüyordun madem beni doğurduğu gün iki battaniye falan
getirseydin. Gerçi o da mantıksız olur. Düşünsenize yeni doğmuş bir bebek
ayaklanıp başka bir anneye battaniye götürüyor. Annesi kıskanır valla. Bu arada
evet. Winston ile benim doğduğumuz gün aynı. Nasıl bir karışıklık yaşandı
yukarıdaki leyleklerin uçuş sırasında bilmiyorum ama…
“ Diyette falan değilsin sen oğluşum. Daha az önce aradın
çok açım dedin.”
“Yok sen açsındır diye dedim alayım ekmek anne.”
“Ben sizi bırakayım da konuşun. Özlemişsinizdir birbirinizi.
Benim de mutfakta işlerim var zaten.”
“Özlemedim anne. Daha az önce bu çam yarmasını bankımdan
kovdum ben. Zaten gittin en klişe bahaneyi kullandın. Ocakta yemeğim var diyip
kaçmak ne demek oluyor. Hesap ver anne bana bu çocuğun bu evde ne işi var?”
Bakışımı atıyordum ki annemdeki bakışı gördükten sonra evrenle bütünleştim
yeminle. Göster oğlum amcalara vakasından beri bu gözleri görmemiştim. Çok
korkunç. Aniden döndüm;
“ Ah evet çok özlemişim seni Winston ya. Gel sarılayım. “
Herkes bir şok içerisinde. En çok da Winston. Herhalde çocuk
ben nasıl bir dengesiz ruh hastasını benimle Amerika’ya götürmeye çalışıyorum
diye düşünüyordur. Olsun sevdim bu duyguyu. Onu bir kez olsun boş anında
yakalayabildiğim için bir an güçlü hissettim. Nolur sevdiğim parfümü sıkmış
olmasın diye diye sarılmaya yöneldim. Sarıldım sarılmasına bütün gücümle
kemiklerini kıraracasına sıkınca “ aaııhh!” diye bir ses çıktı çocuktan. Sen ne
güçlüymüşsün Pick!
Kulağına kısık sesle;
“ Sakın belli etme. O kadını üzmemek için her şeyi yaparım.
Buna az önce yanımdan kovduğum eski sevgilimi kucaklamak da dahil. O yüzden
adam ol ve işim çıktı falan diyip git bu evden.”
Hayır anlamadığım şey içimde bir kabadayı falan mı yatıyor
acaba? Dolmuş şöförüne kaptan diye bağırışım, Winston’a adam ol deyişim. Garip
bir duygu. Ben ben değilim resmen. Bence benim içimde bir HULK yatıyor. Neyse
çok beklettim yine annem suratıma bakıyor. Sesli bir şekilde;
“Ahh canım benim nasıl özlemişim sana sarılmayı. Çok
şaşırdım seni burada görünce. Hele geçen geldiğinde anneme ben yokken içeri
alma dememe rağmen.”
Anneme de buradan bir gönderme yaptıktan sonra son bir kez
daha sıkarak bıraktım Winston’u yerine. İçim o kadar rahatlamıştı ki ona bunun
acısını çektirdiğim için. O beni terk ettiğinde hissettiğim acı bundan çok daha
fazlaydı. Farkına varmalıydı.
“ Canım Pick. Ben de çok özledim. Bir daha arayı bu kadar
açmayalım olur mu?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder